EN SOĞUK GECE:HOCALI!
Binlerce yıllık insanlık tarihini
incelediğimizde insanoğlunun,bilim ve teknolojide,yaşam koşullarında olağanüstü
ilerleme ve değişimini görmekle birlikte savaşların,katliamların,vahşetlerin de
hiçbir zaman duraksamadığını,değişik coğrafya ve tarihlerde farklı aktörlerce o
acımasız,çirkin yüzünü bizlere defalarca en derin şekilde hatırlattığını
görmekteyiz.
İnsanoğlunun iyi ve kötü arasındaki
ikileminden olsa gerek bunca yaşananlar. Ne acıdır ki geçmişten beri üzerinde
yaşadığımız bu topraklarda o kadar çok şahit olduk ki buna, belki de bu acıları
en iyi anlayan, bilinçaltında ve yüreğinde her zaman hisseden, hangi milletten
olursa olsun zulme uğrayana, ezilene her zaman hiçbir karşılık
beklemeden yardım eden, sıkıntılarını paylaşan nadir milletlerden biriyiz
yeryüzünde.
Her sene 26 Şubat
günü yaklaştığında bu düşüncelerle içimi bir titreme kapsar, soğuğu hissederim
sanki iliklerimde.Bu, insanı kasıp kavuran, buz gibi bir şubat soğuğu
değildir, farklı bir his vardır. Uzaklardan gelir, ruhumun ve yüreğimin çok
yakın ama mesafenin uzak olduğu Hocalı’dan gelen bir soğuktur bu. Avucuna alıp
sıktığın vakit toprağı kanın benliklerimize oluk oluk aktığı, Dağlık Karabağ’ın
o kadim Türk yurdu Hocalı’dan. Dünyanın bir kısmı, sıcacık yuvalarında her
şeyden habersiz mutlu bir şekilde yaşarken Ermeni milislerin evlerini,
camilerini, okullarını yıktıkları, ata yurtlarından her ne şekilde olursa olsun
koparmak, yaşam sahnesinden silmek istedikleri o masum Azeri kızı düşünürüm,
tarih boyunca bağımsızlık ve özgürlük uğruna yaşamış yüce bir milletin soyundan
gelen çıplak ayaklı çocuğu düşünürüm, evlatlarını vatan için gözünü kırpmadan
savaşa gönderen, günlerdir aç olduğu halde kalan birkaç lokma ekmeğini
çocuklarına yediren kadını düşünürüm, 80 yaşına gelmiş ama yine de vatanını
savunmaktan çekinmeyen, elinde silahıyla onlara meydan okuyan ihtiyar dedeyi
düşünürüm. En soğuk geceyi düşünürüm…
O gün, insanlık
tarihinin kanla ıslanmış kalın yapraklarında yer alan kızıla boyalı bir gündür
benim için.Bir gece içerisinde 83 ü çocuk, 106 sı bayan olmak üzere 613 kişinin
gözleri oyularak, vücutlarının farklı yerleri kesilerek, derileri soyularak
hunharca katledildiği, 487 kişinin ağır yaralandığı, 1200 den fazla insanın
çeşitli işkencelere maruz kalarak esir alındığı bir utanç gecesidir o gün.
Geride kalan binlerce insanın yaşamla ölüm arasındaki ince çizgide nereye gideceklerini
kestiremeden yol aldıkları, karlı ırmakları, buz gibi suları can havliyle
aşarak sığınacak bir ışık, sıcak bir yuva aradıkları bir gece…
Aradan geçen
koca 17 yıl boyunca yaşanan dehşet gözlerinden hiç silinmedi
Hocalı’lıların..Yüzyıllardır yaşadıkları ata yurtları ve kalpleri hala işgal
altında o korkunç vahşeti yaşatanlarca.Hepsi bir gün evlerine dönecekleri,
benliklerini bulacakları o güzel günü hayal ederek yaşıyorlar umutlarını
yitirmeden. Kaçkın ve göçkün diyorlar onlara. Tüm dünya görmezden gelse,
umursamasa da kimisi vagonlarda, kimisi çadırlarda, kimisi barakalarda yaşamaya
çalışıyor yaşamak eğer bu kadar kolaysa bu topraklarda. Çocuklarının birçoğunun
ayağında yine ayakkabı yok, üşüyor o minicik ayaklar tıpkı 17 sene önce o soğuk
gecedeki gibi. Çıplak ve soğuk…
Kan ekildi bu
topraklarda yüzyıllarca modern yöntemlerle, hasat mevsimlerinde ise biçilen tek
üründü ölüm…
İçimi kaplıyor yine
bir titreme, uzaklardan bir soğuk gelmekte. Hocalı’dan gelen çığrışın,
vahşetin, gözyaşlarının soğuğu karışıyor yine havaya. En soğuk gecenin
uğultusu geliyor kulaklarıma. Hocalının uğultusu…
Şubat 2007
Göksal KILIÇ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder